Dost…
Tozlu raflardaki anlamını yitiren sözcüklerden biri mi artık?
Annem güvenme dostuna dostunun dostu vardır der hep. Peki, ben kimin dostuyum? diye her defasında sorardım kendime. Belki inanmak istemeyişimden belki de insanlara güvenimden bilmiyorum anlamsız gelirdi bu cümle. İnsan ne olursa olsun mutluluğunu hüznünü paylaşacak bir nefes arıyor ya belki de ondandı. Yaş ilerledikçe insanları tanıdıkça küçük dünyamdan çıkıp fıtratta kalmış iyiliğin karardığını gördükçe hak verdim. Aslında biraz ağır geldi bunu tecrübe edip anlamak. Ama bir musibet bin nasihatten evla derler ya. Test edildi onaylandı. Yanlış insan yanlış mekan belki de yanlış olduğunu görememekti sorun. Kötüyle karşı karşıya kalmamaktı. Bilmiyorum. Avuçlarımda sıkı sıkı tuttuğum güvenim parmaklarım arasından sızıp gittiğinde insanoğlunun neler yapabileceğini gördüm. Kendimi güvensiz öyle bir garip hissediyorum ki… Kızgın güneşte üşümek gibi.
Üç beş yıl önceki gönül yaramın kurumuş kabuklarından sızan kandı bunları yazdıran. Hani ergendik ya. Hani ölümüne kanka(!)ydık. Hani hiç bitmezdi ya dostluk. Hani aileden de öte koyduk ya. Hani tecrübe edeceğiz diyeydi ya nasihatlere kulak tıkamamız.
Her ilişki her insan her dostluk böyle olacak diye dayatma değil amacım. Neler kayboldu iye düşünürken hayatımdan kelimelere döktüm sadece. Daha bilinçli olsaydık şöyle olsaydı böyle olsaydı derken çıktı bütün bunlar. Bir gün tahta önünde tekrar buluşursam öğrencilerimle neler yapmalıyım kişisel sosyal gelişimleri için düşünürken öz eleştirilerimden bir kesitti sadece.
Sırtımı dayayabileceğim Rabbim var çok şükür ve O’nun yolunda birkaç dostum. Kuru kalabalıktan kurtuldum çok şükür. Bu gözle bakınca her şey çok güzel. Şükürler olsun…
Etiketler: yeliz